HER DAİM HUZURDA iRADE
Huriye KARNAP • 64. Sayı / DİĞER YAZILARSon devir mutasavvıflarından Şeyh Muhammed Nuru’l-Arabi’nin (k.s) beşeri iradeyi, yani cüzi iradeyi inkar ettiği yolunda bir dedikodu yayılır. Bunu duyan Sultan Abdülmecid Han, Şeyh Muhammed Nuru’l-Arabi’nin huzur derslerine çağrılmasını ve orada kendisine bu meselenin sorulmasını ister. Ferman yerine getirilerek Şeyh Muhammed Nuru’l-Arabi huzur dersine davet edilir. Orada kendisine meselenin keyfiyeti sorulduğunda Şeyh Arabi şöyle cevap verir:
“Kulda cüzi bir irade elbette mevcuttur. Sorumluluğun kaynağı da budur. Ancak herkeste ve her zaman değil. Mesela ben elbette cüzi bir irade sahibiyim. Lakin padişahın emriyle geldim. Buradan kalkıp gitmek ise benim elimde değildir. ‘Gel’ denilir geliriz, ‘git’ denilir gideriz. Demek ki böyle bir hususta iradem yok hükmündedir. Aynı şekilde padişahın huzurunda bulunduğumdan dolayı yapabileceğim hareketler de sınırlıdır. Bazı kimseler de aynen bu misalde olduğu gibi daimi bir surette Rab’lerinin huzurunda bulunduğunun idraki içinde yaşar. Allah her yerde hazır ve nazır olduğu halde pek çok kimse, kendilerini sadece namazda huzur-ı ilahide kabul ederler. Halbuki belli bir manevi mertebeye yükselmiş olanlar, her an huzur-ı ilahide bulundukları idraki ile yaşarlar. Böyle kimselerde cüzi iradenin var sayılıp-sayılmayacağını varın siz takdir edin” demiş ve bu cevap padişahın hoşuna gittiğinden, Şeyh Muhammed Nuru’l-Arabi’ye ihsan ve ikram etmiştir.
İRADEM KİMİN HUZURUNDA?
İnsanoğlu irade sahibidir. Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi mutlak dilemesi ve hükümranlığı ile hiçbir şeye bağlı ve bağımlı olmayan Allah Teala ise külli irade sahibidir. Akıl ve zeka ile donatıp yarattığı kullarına da isteme, dileme, tercih etme gibi kabiliyetleri içeren cüzi iradeyi vermiştir. Bizler bahşedilen bu yetkiler ile herhangi bir şeye meyledebiliriz, karar verebiliriz ve yapabiliriz. Haliyle irademizi kullanırız ve sonuçları ile de sorumlu oluruz.
Hayatın akışı içinde irademizi kullanarak olumlu adımlar atabileceğimiz gibi irademizle olumsuz davranışlar da sergileyebiliriz. Hatta irademizi kullanarak olumsuz hal ve davranışlarımıza çeki düzen verip daha iyiye ve güzele ulaşabiliriz. Mesela diyebiliriz ki “Artık yalan söylemeyeceğim, dürüst bir insan olacağım”, “Anne ve babamı üzmeyecek, haklarına riayet edeceğim” ya da “Ben başıboş yaratılan sıradan bir canlı değilim, şu andan itibaren beni yaratana kulluk edeceğim.”
“Ben bir ağacın altında biraz nefes alıp, gölgesinde gölgelenip dinlenen bir yolcu gibiyim” buyuran gibi, dünyanın ve içindeki maddi imkanların gelip geçiciliğini her an tecrübe eden için mühim olan, bahşedilen iradenin bahşedenin rızasına uygun kullanılıp kullanılmadığıdır. Zira Allah Teala bütün kullarına irade vermiştir lakin iradesini rızasına uygun kullananın hayırlı ve salih bir iş yapmış olacağını bildirmiştir.
Gemi elimize tutuşturulan irade, insanın dilediği gibi yürütebileceği bir binek olduğuna göre karşımıza çıkan seçeneklerin içinde tercihimiz doğrultusunda hüküm de farklı olacaktır. Açlığını bastırmak için karnını tıka basa dolduran ile ibadet etmeye güç yetirecek kadar yemeyi yeterli görenin iradesini ortaya koymasında fark vardır. Biri iradesini midesi için, diğeri ibadet için kullanmıştır. Yine “Cebim yeter ki dolsun” diyen ile “Helalinden kazancım olsun da varsın az olsun” diyen ve öylece davrananın niyetini ve iradesini aynı maksatla kullandığını söylemek mümkün müdür?
YAKINLAŞANLARIN İRADESİ
Her birimizin bildiği bir gerçek ve doğru vardır ki, o da Allah Teala’nın sonsuz kudreti ile her an ve her ortamda hazır ve nazır olduğu. Ne var ki unutan, yanılan, şaşıran bir varlık olan bizler, bu gerçeği çoğu zaman göz ardı edip, hata ve günaha düşebiliyoruz, O’nun huzuruna layık bir irade sergileyemiyoruz. Şeyh Muhammed Nuru’l-Arabi’nin de belirttiği gibi pek çoğumuz sadece ibadet esnasında ilahi huzurda olduğumuzu farz ederiz. Namaz kılacağımız zaman kılı kırk yararcasına örtümüze dikkat eder, oruç tuttuğumuzda yalandan, gıybetten uzak durur, gözlerimizi onun dilediği her anda değil, biz istediğimiz zaman haramdan kaçırır, konu komşu toplanıldığında nefesimiz kesilircesine gülmelerimizi sohbet ortamlarında ancak hüzne düşürürüz. Kısacası unuturuz yahut yok farz ederiz edepleri ve haliyle Müslüman’a yaraşır davranışları.
Rabbimiz’in her halükarda görüp duyduğunu bildiğimiz halde, o bilmeyi hakkı ile idrak edemeyişimiz, özümüze yerleştiremeyişimiz iradelerimizi O’nun huzurundan çevirmektir aynı zamanda. Başka bir deyişle dilimizi, kulaklarımızı, gözlerimizi, her halimizi O’nun huzuruna teslim edemeyişlerimiz ihlas gibi ihsan mertebesinden de mahrum kalışımızın sebebi olur. Oysa iradesini her daim O’nun huzurunda boyun eğdirenler Allah’ı görüyormuşçasına ibadet eder ve lezzet alırlar. İşte bu hal; iradelerini, niyetleriyle, teslimiyetleriyle külli iradeye bağlayanların, Rab’lerine yakınlaşanların halidir. Dertleri gibi davaları da kulluktur.
“Kulda cüzi bir irade elbette mevcuttur. Sorumluluğun kaynağı da budur. Ancak herkeste ve her zaman değil. Mesela ben elbette cüzi bir irade sahibiyim. Lakin padişahın emriyle geldim. Buradan kalkıp gitmek ise benim elimde değildir. ‘Gel’ denilir geliriz, ‘git’ denilir gideriz. Demek ki böyle bir hususta iradem yok hükmündedir. Aynı şekilde padişahın huzurunda bulunduğumdan dolayı yapabileceğim hareketler de sınırlıdır. Bazı kimseler de aynen bu misalde olduğu gibi daimi bir surette Rab’lerinin huzurunda bulunduğunun idraki içinde yaşar. Allah her yerde hazır ve nazır olduğu halde pek çok kimse, kendilerini sadece namazda huzur-ı ilahide kabul ederler. Halbuki belli bir manevi mertebeye yükselmiş olanlar, her an huzur-ı ilahide bulundukları idraki ile yaşarlar. Böyle kimselerde cüzi iradenin var sayılıp-sayılmayacağını varın siz takdir edin” demiş ve bu cevap padişahın hoşuna gittiğinden, Şeyh Muhammed Nuru’l-Arabi’ye ihsan ve ikram etmiştir.
İRADEM KİMİN HUZURUNDA?
İnsanoğlu irade sahibidir. Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi mutlak dilemesi ve hükümranlığı ile hiçbir şeye bağlı ve bağımlı olmayan Allah Teala ise külli irade sahibidir. Akıl ve zeka ile donatıp yarattığı kullarına da isteme, dileme, tercih etme gibi kabiliyetleri içeren cüzi iradeyi vermiştir. Bizler bahşedilen bu yetkiler ile herhangi bir şeye meyledebiliriz, karar verebiliriz ve yapabiliriz. Haliyle irademizi kullanırız ve sonuçları ile de sorumlu oluruz.
Hayatın akışı içinde irademizi kullanarak olumlu adımlar atabileceğimiz gibi irademizle olumsuz davranışlar da sergileyebiliriz. Hatta irademizi kullanarak olumsuz hal ve davranışlarımıza çeki düzen verip daha iyiye ve güzele ulaşabiliriz. Mesela diyebiliriz ki “Artık yalan söylemeyeceğim, dürüst bir insan olacağım”, “Anne ve babamı üzmeyecek, haklarına riayet edeceğim” ya da “Ben başıboş yaratılan sıradan bir canlı değilim, şu andan itibaren beni yaratana kulluk edeceğim.”
“Ben bir ağacın altında biraz nefes alıp, gölgesinde gölgelenip dinlenen bir yolcu gibiyim” buyuran gibi, dünyanın ve içindeki maddi imkanların gelip geçiciliğini her an tecrübe eden için mühim olan, bahşedilen iradenin bahşedenin rızasına uygun kullanılıp kullanılmadığıdır. Zira Allah Teala bütün kullarına irade vermiştir lakin iradesini rızasına uygun kullananın hayırlı ve salih bir iş yapmış olacağını bildirmiştir.
Gemi elimize tutuşturulan irade, insanın dilediği gibi yürütebileceği bir binek olduğuna göre karşımıza çıkan seçeneklerin içinde tercihimiz doğrultusunda hüküm de farklı olacaktır. Açlığını bastırmak için karnını tıka basa dolduran ile ibadet etmeye güç yetirecek kadar yemeyi yeterli görenin iradesini ortaya koymasında fark vardır. Biri iradesini midesi için, diğeri ibadet için kullanmıştır. Yine “Cebim yeter ki dolsun” diyen ile “Helalinden kazancım olsun da varsın az olsun” diyen ve öylece davrananın niyetini ve iradesini aynı maksatla kullandığını söylemek mümkün müdür?
YAKINLAŞANLARIN İRADESİ
Her birimizin bildiği bir gerçek ve doğru vardır ki, o da Allah Teala’nın sonsuz kudreti ile her an ve her ortamda hazır ve nazır olduğu. Ne var ki unutan, yanılan, şaşıran bir varlık olan bizler, bu gerçeği çoğu zaman göz ardı edip, hata ve günaha düşebiliyoruz, O’nun huzuruna layık bir irade sergileyemiyoruz. Şeyh Muhammed Nuru’l-Arabi’nin de belirttiği gibi pek çoğumuz sadece ibadet esnasında ilahi huzurda olduğumuzu farz ederiz. Namaz kılacağımız zaman kılı kırk yararcasına örtümüze dikkat eder, oruç tuttuğumuzda yalandan, gıybetten uzak durur, gözlerimizi onun dilediği her anda değil, biz istediğimiz zaman haramdan kaçırır, konu komşu toplanıldığında nefesimiz kesilircesine gülmelerimizi sohbet ortamlarında ancak hüzne düşürürüz. Kısacası unuturuz yahut yok farz ederiz edepleri ve haliyle Müslüman’a yaraşır davranışları.
Rabbimiz’in her halükarda görüp duyduğunu bildiğimiz halde, o bilmeyi hakkı ile idrak edemeyişimiz, özümüze yerleştiremeyişimiz iradelerimizi O’nun huzurundan çevirmektir aynı zamanda. Başka bir deyişle dilimizi, kulaklarımızı, gözlerimizi, her halimizi O’nun huzuruna teslim edemeyişlerimiz ihlas gibi ihsan mertebesinden de mahrum kalışımızın sebebi olur. Oysa iradesini her daim O’nun huzurunda boyun eğdirenler Allah’ı görüyormuşçasına ibadet eder ve lezzet alırlar. İşte bu hal; iradelerini, niyetleriyle, teslimiyetleriyle külli iradeye bağlayanların, Rab’lerine yakınlaşanların halidir. Dertleri gibi davaları da kulluktur.